“Gittin ama ki hasretle kodun Canı bile.. İstemem sensiz olan sohbet-i yaranı bile.. Bursa da zamanın içinde kaybolmak, Tanpınar’ın söylediği gibi ancak yaranla birlikte oluyormuş.. Dostların olduğu her yer gül bahçesi .. Öte yandan içimizde bir eksiklik de tik tak tik tak ediveriyor.. Bu eksiklik de neyin nesi..? Yaran var ama Yar nerde.? .. Ulu Camii.. Sıra, sıra servilerin önünden geçerek ve servilerin dimdik dualarını hissederek Caminin içine giriyoruz.. İşte her şey orda başlıyor.. Hızır a.s ın namaz kıldığı yerden, Alemlerin Sevgilisinin her noktasına nüfuz ettiği mekanda zaman kayboluyor.. Aslında mekan da kayboluyor.. Dünyanın en özel hattatlarının göz nurlarını, gönül sürurlarını katarak yazdığı eserlerin önünde huşu ile eğiliyoruz.. Sonra, içindeki ayet-i kerimelerden başlayarak çarpan yüreğimizle birbirimizin gözyaşlarını siliyoruz.. Adeta harfler canlanıyor.. Bizlere yapmamız gereken şeyleri söylüyor.. Bu kadar fani, bu kadar geçici olan dünyada, bekayı yakalayabilmek nasip meselesi.. Bekayı yakalayan ecdadın, mimarisinin, şiirinin, şahadetinin, duygu zenginliğinin zamanı – mekanı olur mu.? Yaşam ve ölüm arasındaki bu kısa misafirliğin tadını almaya, öte yandan da bekaya hazırlanmaya vesile olması için dua ediyoruz.. Ecdadımızın önünde, bu Vatanı bize hediye edenlerin huzurunda , bütün Kurucuların önünde rahmet ve minnet ile eğiliyoruz.. Avizeyi bu aleme Davut gibi sal, Baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş..
Sevgili meslektaşım, yeğenlerimin babası, kardeşimin eşi mümtaz insan Mehmet Avcıyı kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyim. Sessiz, sakin mütevazı kişiliği ile hep gönlümüzde, kalbimizde kalacaktır.
Ruhu şad mekânı cennet olsun.