enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,2473
EURO
35,1133
ALTIN
2.272,71
BIST
8.806,72
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa
Yağmurlu
25°C
Bursa
25°C
Yağmurlu
Perşembe Az Bulutlu
23°C
Cuma Az Bulutlu
26°C
Cumartesi Az Bulutlu
25°C
Pazar Parçalı Bulutlu
26°C
CARGILL

ÇOCUKLAR ve OKUMA SEVGİSİ

17.04.2022 15:28
A+
A-

EDEBÎ ESİNTİLER

 

ÇOCUKLAR ve OKUMA SEVGİSİ

İngiltere’de İngilizce eğitiminin, Japonya’da Japonca eğitiminin, Türkiye’de Türkçe eğitiminin iki temel amacı vardır: Çocukların anlama ve anlatma becerilerini geliştirmek.

Bir çocuğun anlama becerisi iki yolla gelişir: Dinleme ve okuma.

YAZI ARASI REKLAM ALANI

Biz öğretmenler çocuklarımızın iyi bir dinleyici olmasını isteriz. Ayrıca iyi bir okuyucu olmaları için de gayret gösteririz. Çünkü iyi bir dinleyici ve okuyucu olan öğrenciler dinleyip okuduklarını anlar, özümler, yorumlar ve sonuçlara ulaşır. Bir paragraftaki ana ve yardımcı fikirleri sezer. Yazarın ne demek istediğini anlar. Kısaca anlama becerisi dinleme ve okuma yoluyla gerçekleşir.

Anlatma becerisi ise konuşma ve yazma yoluyla gerçekleşir. Dil; duygu ve düşünceleri ifadeye yarayan bir araçtır. Dil eğitimi veren öğretmenler isterler ki öğrenciler dinleyip okuduklarından anladıklarını, kişisel düşüncelerini, iç dünyalarını konuşarak ifade edebilsinler. Yine kendi düşüncelerini bir mektup, bir deneme, bir makale hâlinde yazarak anlatabilsinler. Zaten dil; dinleme, okuma, konuşma ve yazmadan ibaret değil midir?

İlköğretim okullarında Türkçe eğitimi “Türkçe” dersi olarak, liselerde “Dil Anlatım Çalışmaları ve Edebiyat” dersi hâlinde, üniversitelerde ise “Türkçe-Kompozisyon” dersi adıyla kesintisiz sürmektedir.

Liseyi bitirdikten sonra fakültelerin ister matematik, ister Türk dili ve edebiyatı, ister mühendislik bölümlerine gidin; Türkçe dersi zorunludur. Bu zorunluluk dil eğitiminin kesintisiz devam etmesi gerektiği düşüncesinden kaynaklanmaktadır.

İlköğretim sonu sınavlarından üniversite mezunlarının katıldığı KPSS’ye kadar her dereceli sınavda Türkçe sorularının ortak özelliği; kelimelerin, cümlelerin ve paragrafların anlamlarıyla ilgili soruların yüzde yetmiş civarında olmasıdır. Kelime, cümle ve paragraf yorumuyla ilgili sorular öğrencilerin anlama ve anlatma becerilerinin gelişip gelişmediğini araştırır.

Kelime anlam birimidir. Öğrenciler çok kitap okumalı, anlamını bilmediği kelime ve deyimlerin anlamını sözlüğe bakıp öğrenmeli, öğrendiği yeni kelimeleri ve söz öbeklerini cümle içinde kullanarak aktif kelime dağarcığına katmalıdır. Öğrenci cümlede kullanılan kelimelerden birinin dahi anlamını bilmezse bir cümleyi hatta bir paragrafı tam anlayamaz.

Bu tespiti bir örnekle ispat etmeye çalışayım. ÖSS’de “Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazara yönelik olumlu bir eleştiri söz konusudur?” şeklinde bir soru sorulmuş. Doğru seçenek şu cümle: Onun romanlarında sağlam bir tekniğin varlığı yadsınamaz.” Öğrencilerin yüzde doksanı bu seçeneği işaretlemedi. Çünkü onlar “yadsınamaz” kelimesini “kabul edilemez, söylenemez” gibi bir anlamda algılıyordu. Oysa “yadsımak” inkâr etmek anlamındadır. Bu durumda cümle: “Onun romanlarında sağlam bir tekniğin varlığı inkâr edilemez.” anlamına gelir ve bu yargı olumlu bir eleştiridir.

Kelimeler dizisi cümleyi meydana getirir. Cümle ise yargı birimidir. Yani bir duyguyu, olayı, düşünceyi tam olarak anlatan söz grubudur. Öğrenci bir cümleyi okuyup anlayacak, cümlede vurgulanan yargıyı, yan yargıyı, sezdirilmeye çalışılan duyguları sezecek. O cümlenin yakın anlamlısını, karşıt anlamlısını görecek. Mesela Hiçbir insan esir yaşamak istemez.” ve Herkes hür bir hayatı arzular.” cümleleri tamamen anlamdaştır. Fakat birisinin yüklemi olumsuz, diğerininkiyse olumludur. Ayrıca anlamdaş bu iki cümlede kullanılan sözcükler tamamen farklıdır. “Kadınlar zayıftır ama analar güçlüdür.” ile “Analık kadına güç verir.” cümlesi arasında anlamca bir fark var mıdır?

Şunu unutmayalım ki cümlede kullanılan her kelimenin o cümleye kattığı bir anlam, bir nüans vardır. Hatta aynı kelimenin aynı cümlede fakat farklı yerlerde kullanılması anlam değişikliğine yol açar. Bir örnek vereyim: “Ercan bu soruyu çözer.” cümlesinde yeterlilik vurgulanmaktadır. “Ercan bile bu soruyu çözer.” cümlesinde ise yeterlilikten başka Ercan’ın küçümsendiği ve sorunun çok kolay olduğu anlaşılır. “Bile” edatının yerini değiştirip cümleyi “Ercan bu soruyu bile çözer.” şeklinde kurarsak Ercan’ın çok zeki ve sorunun da çok zor olduğunu ifade etmiş oluruz.

Cümleler dizisi paragrafı oluşturur. Paragraf ise düşünce birimidir. Her paragraf bir ana düşünceyi vurgulayan, destekleyen, ispatlamaya çalışan cümlelerden oluşur. Paragraftaki ana düşünceyi bir göl; cümleleri, örnekleri, ayrıntıları gölü besleyen dereler, derecikler, yağmurlar, kaynak suları gibi düşünebiliriz.

Çok kitap okuyan, sözlük karıştıran öğrenciler kelimelerin anlamını, dolayısıyla cümlede vurgulananları, bir paragraftaki ana ve yardımcı fikirleri kolayca anlar.

Çocuklarımızın yüksek tahsil yapmasının yolu okumaktan geçer. Okumayan öğrencilerin anlama becerisi gelişmemiştir. Dolayısıyla onlar kimya öğretmeninin de, tarihçinin de ne dediğini anlamaz. İlköğretim ve lise sonu sınavlarında, hatta KPSS’de kelime, cümle, paragraf yorumuyla ilgili sorular arasındaki fark zorluk derecesinden kaynaklanır. Mesela ilköğretim sonu sınavlardaki paragrafların ortalama kelime sayısı 40, ÖSS’de 70, KPSS’de 90 civarındadır. Bir benzetme yaparsak ilköğretim mezunu çocuklarımızdan bin, lise mezunlarından beş bin, üniversite mezunlarından on bin metre koşmaları istenmektedir.

Bu durumda çocuklarımızın ilköğretim birinci sınıftan üniversiteyi bitirinceye kadar kitap okumalarını sağlamamamız gerekmektedir. Bir benzetme yapmak istiyorum. Olimpiyatlarda 100 metreyi dokuz saniyede koşan bir atlet olimpiyatlara gelinceye kadar her gün saatlerce spor yapar, yemesine içmesine dikkat eder. 100 metrelik bir yarışta başarılı olabilmek için binlerce kilometrelik yol kateder.

Birkaç saat süren lise veya üniversite giriş sınavlarında çocuklarımızın başarılı olmasını istiyorsak sınava girinceye kadar yüzlerce kitap okumalarını sağlamalıyız. Bu da ancak onlara kitap okuma sevgisi kazandırmakla gerçekleşir.

Peki çocuklarımıza kitabı nasıl sevdireceğiz?

Biz Türkçe öğretmenleri öğrencilerimize “Şu ansiklopedileri okuyun, bilginizi arttırın.” demeyiz. Kitap okumalarını isteriz. Roman, hikâye, tiyatro, makale, deneme… Amacımız onlara bilgi öğretmek, onları profesör yapmak değildir. Amaç anlama ve anlatma yeteneklerini geliştirmektir.

Okullarda yaptığımız veli toplantılarında öğrencilerimizin anne ve babalarına kitap okumanın öneminden bahsedince bazı veliler: “Evde üç dört takım ansiklopedi var hocam, vitrin boydan boya ansiklopediyle dolu; buna rağmen çocuğum bir gün olsun bu kitapları açıp okumuyor.” diyorlar. Zannediyorlar ki gazetelerin kuponla dağıttığı ansiklopedileri vitrinin üst gözüne koymakla çocuklar okuma sevgisi kazanacak. Ansiklopediler okunmak için hazırlanmamıştır ki çocuk okusun. Bu tip eserler müracaat kitaplarıdır. Bir konuyu öğrenmek, bir konu hakkında bilgi almak için hazırlanmıştır.

Benim evimde de ansiklopediler var. Çocuklarım Türkçe veya edebiyatla ilgili bir soru sorduğunda onlara asla bilgi vermedim, bir konuyu anlatmadım; ansiklopedileri gösterdim. Çin atasözünün dediği gibi onlara balık vermek yerine balık tutmayı öğrettim.

Veliler soruyor: “Peki hocam okuma sevgisini nasıl kazandıracağız çocuğumuza?”

Ben de onlara kendi deneyimlerimi anlatıyorum. Ben aynı zamanda bir öğrenci velisiyim. Tevazuya gerek yok, bu konularda kendimi çok başarılı bir veli olarak görüyorum. Çünkü çocuklarımın üçü de Boğaziçi, İTÜ ve Bilkent gibi seçkin üniversitelerde okudular.
Çocuklarımın bu başarısını zekâ ile izah edemem. Bu başarı kitap okumayla ilgilidir.

Çocuklarıma kitap okuma sevgisini şöyle kazandırdım. Çocuk iki buçuk üç yaşına gelip de cümle kurmaya başlayınca çok resimli, beş altı cümleden oluşan
“Küçük Prens” gibi kitaplar aldım. O kitapları çocuklarıma, resimleri birlikte inceleyerek okudum. Çocuk “Hadi yine okuyalım baba.” dediğinde üşenmeyip tekrar okudum. Birkaç defa okuyunca çocuk bu beş altı cümlelik kitabı ezberledi ve eve gelen akrabalara ve misafirlere “Ben okumayı öğrendim.” deyip kitabın sayfalarındaki resimlere bakarak okuma taklidi yaptı. Benim okuduklarımdan aklında kalanları tekrarladı. Birkaç aferin ve çikolata gibi hediyeler çocuğun okuma şevkini artırdı.

Çocuklarım bu kitapları oyuncak gibi de kullandı, kitaptaki insan fotoğraflarına bıyık da yaptılar, hatta bize kızdıkları zaman yırttılar da. O zaman küçük bir kitaplık yaptım ve “Bu kitaplık ve kitaplar sizin; ister koruyun, ister yırtın.” dedim. Ne zaman ki çocuk, kitaplarını korumaya, diğer çocuklardan kıskanmaya başladı, işte o zaman iş bitti. Kitap okuma sevgisi o tazecik dimağa, o tertemiz ruha kazandırılmış demekti.

Daha sonra okula başlayıp da bayram harçlıklarıyla kitap almaya başladıklarında ben içimden: “Bu çocuk üniversite sınavını kazanır.” demeye başladım. Geriye tek bir soru kalıyordu: Acaba hangi üniversite, hangi fakülte, hangi bölüm? Bu sorunun cevabı da lisedeki derslerle ve öğretmenlerle alakalıydı.

Bu yazıyı okuyan gençlere, yeni evlilere, üç dört yaşında çocuğu olanlara benim yöntemimi öneririm. Yüzde yüz garantilidir. Fakat çocuğunuz altıncı, yedinci sınıfa gelmişse ve kitap okuma sevgisi kazanamamışsa işiniz çok zor demektir.

Yazarın Diğer Yazıları
24.04.2022 11:13
24.10.2021 23:18
15.11.2021 20:54
14.02.2022 14:41
24.11.2021 13:46
REKLAM ALANI
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.