enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,3693
EURO
35,0908
ALTIN
2.324,13
BIST
9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa
Az Bulutlu
24°C
Bursa
24°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
26°C
Cumartesi Az Bulutlu
27°C
Pazar Açık
27°C
Pazartesi Az Bulutlu
29°C
CARGILL

UÇ DALDA ÜÇ ZEYTİN (3)

02.12.2021 10:33
A+
A-

“Amaaan ana, düşündüğün şeye bak! Milletin ağzı torba değil ki büzesin. İstedikleri kadar dedikodu yapsınlar; vız gelip tırıs gider! Sen benden daha iyi biliyorsun ki taze gelinlere takılan ziynetlerin çoğu birkaç ay sonra düğün borçlarının ödenmesi için kuyumcuyu boyluyor; bu takılar gösterişten başka bir şey değil.”
Meryem Hatun aniden durgunlaştı, aydınlık yüzü karardı.
“Şimdi aklıma geldi,” diye mırıldandı. “Birkaç hafta önce Fındık Fatma’yla sohbet ediyorduk da o söylediydi. Ayşe karısı haber salmış Fatma’yla. ‘Osman fabrikada işe girmezse kızı vermem, boşuna kapımızı çalmasınlar’ demiş.”
Sulu Ziya “Anasının gözü!” diye bağırdı. “Fabrika da nereden çıktı? Bizim oğlumuz aç mı, açıkta mı? Ayşe karısı ne karışırmış bizim işimize? Allah’a şükür Osman’ın işi gücü de var, malı mülkü de!”
Osman hiç şaşırmamıştı, gayet sakindi, babasına dönerek: “Ben o işi de hallettim baba, merak etme,” dedi.
“Ne? Ne zaman? Nasıl hallettin?”
“Fahrettin kasabadaki döküm fabrikasında çalışıyor, o söyledi; şubat sonunda fabrikaya işçi alacaklarmış. Ben de fabrikaya gittiydim hasattan önce, işe girmek için dilekçe verdiydim. Bir hafta önce minibüsçü Fikret’le haber yollamış Fahrettin, şefle konuşup benim adımı listenin en başına yazdırmış.”
Meryem Hatun’un kararan yüzü yine aydınlanmış, yanakları al al olmuştu. Neşeli bir sesle: “Aslanım, koçum benim!” diyerek oğluna sarıldı, iki yanağından öptü. Fakat Sulu Ziya bu haberden memnun olmamış gibiydi, çünkü suratında somurtkan bir hâl vardı. Osman “Sen ne diyorsun baba?” diye sorduğunda “Şimdi sen bunca tarlayı tapanı, çifti çubuğu bırakıp fabrika köşelerinde amelelik mi yapacaksın?” dedi.
Osman gayet rahat ve sakindi, çünkü çok iyi biliyordu ki bu evde annesinin sözü geçerdi. Meryem Hatun “evet” diyorsa Sulu Ziya ne kadar itiraz ederse etsin önünde sonunda karısının sözüne gelirdi. Osman yine de babasının kalbini kırmamak için tane tane ve sakin bir ses tonuyla cevap verdi:
“Fabrikaya girersem her her ay asgari ücretten tıkır tıkır maaş alacağım baba. Tam iki bin lira… Düşünsene, yılda yirmi dört bin lira kazanacağım Yani bizim bir yılda kazandığımız kadar. Gübresi yok, ilacı yok. Kılçıksız, taze para…”
“Peki bu zeytinler ne olacak? Ağaçları kim sulayıp budayacak? Zeytinleri kim toplayacak? Biz yaşlandık oğlum, başaramayız bunca işi.”
Meryem Hatun araya girdi, sözleri her zamanki gibi alaycı ve iğneleyiciydi:
“Hah, işin püf noktası burası işte! Görüyorsun ya oğlum; babana ne lazımmış? Irgat lazımmış. Oğlu büyüyüp evlilik çağına gelmişmiş, yuva kurması gerekirmiş umurunda bile değil. Sen onun gözünde bedava kölelik yapan ırgattan başka bir şey değilsin.”
Sulu Ziya elinin tersini göstererek: “Çarparım ha!” dedi ağzından ıslık gibi çıkan bir sesle. “Doğru konuş, adamı günaha sokma!”
Osman aynı sükûnetini koruyarak “Anacığım, n’olur sen karışma!” dedikten sonra babasına döndü. “Yahu baba, fabrikada çalışmanın neresi kötü? Yılın on iki ayında da maaş alacağım, ayrıca sigortam olacak, yani hastanelerdeki sağlık hizmetlerinden bedava yararlanacağım. Size bakmakla yükümlü olduğum için siz de hastanede bedava tedavi olacaksınız, kullandığınız hiçbir ilaca para vermeyeceksiniz. Senin de dediğin gibi siz yaşlandınız artık, bundan sonra birçok sağlık sorununuz olacak. Fabrikada çalışmamı teşvik edeceğin yerde engel oluyorsun.”
Sulu Ziya başını öne eğdi, uzun müddet düşündükten sonra: “Bu söylediklerini işitmiştim ama inanmamıştım. Biliyorsun ki fabrikadır, sigortadır bize uzak şeyler. Birkaç ay önce Başbakan Özal, televizyonda ‘çiftçi bağkuru’ndan falan bahsettiydi ama pek bir şey anlayamadıydım. Mademki senin sayende bu imkânlara sahip olacağız, elbette ki razılığım vardır.”
“Sen zeytinleri düşünme baba. Kasaba buraya on altı kilometre; hafta sonlarında, boş günlerimde gelip sana yardım ederim. Diyelim ki elim ermedi, gelemedim. Köyde insan mı yok! Bastırırsın parayı, yevmiyeci çalıştırırsın. Paraya sıkışırsan ben sana koltuk çıkarım.”
Bu sözler Sulu Ziya’yı rahatlatmıştı, gülen gözlerle oğluna bakarken: “Madem öyle, yarın akşam dünürcüyüz,” dedi.
Meryem Hatun: “Ağır ol herif!” diyerek araya girdi. “Kız istemenin de bir yolu yordamı ve adabı var. Bu akşam Fındık Fatma’yla haber salacağım Ayşe karısına, ‘şu gün gelin’ derse o gün gideceğiz, ama önce kasabaya gidip bazı hediyeler alacağız.”
Sofra başındaki sohbet bir anda düğün bayram havasına dönüşmüştü. Ana, baba ve oğulun dilinden latif sözler, pembe fakat gerçekçi hayaller dökülüyordu. Bu hayaller sayesinde sevgili dünürlerine (özellikle Ayşe Hanım’a) haber salınmış, söz yüzükleri ve hediyeler alınıp kız istenmiş, Osman fabrikada çalışmaya başlamış, Osman ile Aysel’e kasabada bir apartman dairesi kiralanmış, daire mobilya ve çeyizle donatıldıktan sonra davullu zurnalı düğün kurulmuştu.
Yarım saat süren sıcak ve tatlı aile sohbetini Meryem Hatun sonlandırdı:
“Hadi kalkalım, çok oturduk, şu iki ağacı da bitirip bir an önce eve gidelim. Siz merdivenlerin yerini değiştirin, ben de sofrayı toplayayım.”
Osman az önce indiği merdivene doğru yürürken Sulu Ziya: “Osman!” diye seslendi. “Bak, tam tepede, sağ uç dalda üç zeytin kalmış. Onları da alıver evladım.”
“Üç zeytin için on üç basamak mı çıkacağım baba? İpi de çözdüm zaten.”
“Nimet oğlum, nimet!.. Dalda bırakılır mı? Zeytin dediğin tam dokuz ayda olgunlaşıyor.”
Osman “Tamam!” diyerek merdivenin ilk basamağına çıkmıştı ki Meryem Hatun haykırdı: “Sakın çıkma Osman! Dalda unutulan zeytinler kuşların hakkıdır, rahmetli deden kar bastırınca kuşlar açlıktan ölmesin diye tepe dallardaki zeytinleri toplamazdı, ‘kuşların da hakkı var bu mülkte’ derdi.”
Sulu Ziya alaycı bir tebessümle: “Kuşların hakkıymış!” dedi. “Senin baban merdivenin tepesine çıkamazdı, dokuzunca basamağa geldiğinde korkudan ayakları titrerdi. Kuşların hakkı sözü korkaklığının bahanesiydi. Sen çık oğlum, Allah’ın bize bahşettiği nimeti dalda bırakma.”
Meryem Hatun öfkelenmişti, cırtlak çıkan bir sesle: “Sen nimetten ne anlarsın herif!” diye bağırdı. “Bastığın yere dikkat etmeyip o güzelim zeytinleri ezen sensin. Bir defacık eğilip de yere düşen zeytinleri toplamazsın.”
Osman: “Bıktım vallahi! Kediyle köpek gibiler; evlensem de kurtulsam,” diye mırıldandıktan sonra tartışmaya son vermek için merdivene tırmanmaya başladı. On ikinci basamağa gelince uç daldaki üç zeytine uzandı, koparamadı. Ayak parmak uçlarında yükselerek yeni bir hamle yapar yapmaz iç gıcıklayıcı bir gıcırtı işitti; gıcırtıyla beraber çok garip şeyler görmeye başladı Osman: Gözlerinin önünde merdivenin on üçüncü basamağı, basamağın arkasında uç daldaki üç zeytin ve en arkada da bembeyaz bulutlar vardı. Sol eliyle sımsıkı tuttuğu on üçüncü basamak sabit duruyordu ama uç daldaki üç zeytin ve beyaz bulutlar saliseler içinde gittikçe uzaklaşıyordu.
Görüp de algıladığı son şeyler bunlardı.
Sağ ayağı kayan merdiven ters dönmüş, sırt üstü düşmüştü Osman.
“Took” diyen, “küüt” diyen, belki de “paat” diyen şiddetli bir ses yayıldı ortalığa. Kısa süreli bu ürkütücü ses tüm tartışmaları ve sesleri sona erdirmişti. Ortalığa yayılan ölüm sessizliğinde rüzgâr esmiyor, bulutlar uçuşmuyor, zeytin taneleri dallarda sallanmıyor, börtü böcek av peşinde koşmuyor ve kara toprakta yatan Osman kımıldamıyordu.
Doğanın dinginliği ve hareketsizliği ana babaya da sirayet etmişti; ikisi de donakalmış vaziyette oğullarına bakıyordu.
Sessizliği bozan ses Meryem Hatun’un çığlığıydı. Kadın çığlıklar atarak oğlunun yanına koştu, “Oğlum, Osman’ım, bir yerin acıdı mı yavrum, kalk evladım, uyan bi tanem!” diyerek evladına sarıldı, yanaklarından öptü, omuzlarından tutup sarstı, elini ayağını çekiştirdi. Fakat nafileydi. Osman ne cevap veriyor ne de kıpırdıyordu. Kadın, bir hayat belirtisi görmek amacıyla Osman’ın açık gözlerine baktı, göz karalarında beyaz bulutları görünce korkuyla ürpererek geri çekildi. Sulu Ziya daha metanetliydi, oğlunu uyandırmak için yanaklarına vurdu, kulağını göğsüne dayayıp kalp atışlarını dinlemeye çalıştı. Çabası boşunaydı… Hiçbir hayat belirtisi yoktu.
Sulu Ziya evladını yüz üstü çevirince her şeyi anladı. Osman’ın kafası yumruk kadar bir taşa çarpmış, kafatasının arkasında derin bir göçük oluşmuştu ve oradan kan fışkırıyordu.
Meryem Hatun kanlı manzarayı görünce çıldırmış gibi yerinden fırladı. Çığlık çığlığa oradan oraya koşuyor “Yavrum gitti, Osman’ım öldü, aslanım üç zeytine kurban gitti!” diye bağırırken başını ve göğsünü yumrukluyordu.
Sulu Ziya cenazeyi tekrar sırtüstü yatırmıştı; evladının saçlarını, alnını, yanaklarını okşuyor “Benim yüzümden, benim yüzümden, benim yüzümden!” diye bağırırken kan çanağı gözlerinden kanlı yaşlar döküyordu.
Meryem Hatun’un çığlıkları, çırpınmaları ve “üç zeytin” kelimelerinden ibaret haykırışları uzun süre devam ettikten sonra aniden kesildi. Koştu kadın, çılgın adımlarla traktöre doğru koştu. Römorktaki palto üzerinde duran tabancayı alıp uç daldaki üç zeytine doğrulttu namluyu; bastı tetiğe… Tam üç defa… “Güüm, güüm, güüm!”
Vuramamıştı. Uç daldaki üç zeytin inat eder gibi, nispet yaparcasına hafif rüzgârda sallanıyor, sallanırken parıl parıl parlıyordu.
“Sen ne yapıyorsun Hatun, çıldırdın mı sen?” diyen bir ses işitti kadın.
İşte karşısındaydı. Gerçek katil tam karşısındaydı ve bir şeyler söyleyerek kendisine doğru koşuyordu. Tabancayı katile doğrulttu kadın, iki kanlı gözün tam ortasına, alnının çatısına nişan alıp bastı tetiğe… “Güüm, güüm, güüm!”
Keramet ovası birdenbire canlandı. Samanlı Dağlarının eteklerinden İznik Gölü kıyısına kadar her yeri patlama ve gümleme sesleri sardı. Doğuda batıda, kuzeyde güneyde, yakında uzakta tabancalar patlıyor, tüfekler gümlüyor, herkes birbirine hasat sonu müjdesi veriyordu.
Uç daldaki üç zeytin nazlı nazlı salınarak kısmetini beklerken Meryem Hatun yerde cansız yatan kocasına sarılıp “Ziya, sana n’oldu Ziya? Yalvarırım kalk Ziya, kurtar evladımı Ziya!” diyerek ağlıyordu.
(SON)

Yazarın Diğer Yazıları
07.11.2021 22:25
24.11.2021 13:46
01.11.2021 16:19
24.10.2021 23:18
REKLAM ALANI
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.