enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,5541
EURO
34,7341
ALTIN
2.491,66
BIST
9.524,59
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa
Az Bulutlu
20°C
Bursa
20°C
Az Bulutlu
Cuma Hafif Yağmurlu
17°C
Cumartesi Az Bulutlu
22°C
Pazar Parçalı Bulutlu
21°C
Pazartesi Çok Bulutlu
23°C

ATATÜRK VE İNSAN SEVGİSİ

06.03.2022 08:12
A+
A-

Not: Balıkesir üniversitesi tarih profesörü arkadaşım Zeki Çevik’in Rusların Ukrayna saldırısı vesilesiyle kaleme aldığı makaleyi okuyucularımla paylaşıyorum..

           ATATÜRK VE İNSAN SEVGİSİ

            Bilindiği üzere dünya tarihine baktığımızda ne zaman insan sevgisi unutulmuş, ne zaman önemini ve değerini kaybetmeye başlamışsa o zaman nefretler, çatışmalar ve savaşlar ortaya çıkmıştır. Savaş ve çatışmalar da her zaman kan, gözyaşı, yıkım ve sefalet getirmiştir. İnsanlar niçin birbirlerini öldürürler? Hatta çocuk, kadın, ihtiyar demeden… İnsanların bu derece gözünü döndüren ve insanlıktan çıkaran sebep nedir? Bizce bunun bir tek sebebi vardır: Sevgi eksikliği veya yokluğu. Her şeyin temeli sevgidir. Tabii ki samimi sevgi. İşte bu yüzden sevgide samimiyet beraberinde barışı getirir. Geçmişte ve günümüzde insanların,  devletlerin ve uluslararası kuruluşların temel amacı bu değil midir? Herkes barış diyor başka bir şey demiyor. Herkes barıştan yana, herkes barış istiyor.

              Yakın tarihlerde insanlık böyle çıkmazlar yaşadı. Mesela 1989’da Sovyet Rusya’da rejim değişikliği başlayıp da sistem çökünce, iki kutuplu dünya sarsıldı. Ardından  yeni dünya düzeni, yeni dünya düzensizliği veya tek kutuplu dünya, küreselleşme vs. başlıklarında birçok tartışmalar yapıldı. 1990 başlarında Avrupa’nın orta yerinde bir Bosna katliamı yaşandı. 200 bin Müslüman Boşnak çoluk çocuk ve kadın demeden, gözü dönmüş Sırp Çetnikleri tarafından hunharca katledildi. Bu gelişmelere insan hakları şampiyonluğunu kimseye kaptırmak istemeyen “Batı dünyası” uzun süre seyirci kaldı. Yalnız Bosna’da değil, Filistin’de, Afganistan’da, Keşmir’de, Doğu Türkistan’da, Myanmar’da, Irak’ta, Suriye’de ve başka birçok yerde masum insanların kanı döküldü, dökülmeye devam ediyor. Bugün de Ukrayna’da Rus saldırısı ile başlayan savaşta masum insanlar ölüyor ve yine Batı dünyası maalesef seyrediyor.

Bu gelişmelerde eksik olan nedir? Tabi ki sevgi, yani “insan sevgisi”. İşte zaman zaman “Birleşmiş Milletler”in eğitim, bilim ve kültür kuruluşu olan UNESCO insan sevgisi eksikliğini görerek tüm dünyada “Sevgi Yılı” ilan ediyor. Mesela 1990 yılında aldığı bir kararla bu eksikliği görerek, ertesi yıl tüm dünyada “Sevgi Yılı” ilan etmişti. İkinci bir kararla insan sevgisini, dünyada en güzel dile getirmiş birisi adına kutlanmasını oyladılar ve sonunda bizim derviş “Yunus Emre”mizi buldular. 1991 yılı tüm dünyadaki üye ülkelerde “Yunus Emre Sevgi Yılı “ olarak konferanslar, paneller ve sempozyumlarla kutlandı. (Yine UNESCO 2007’de “Mevlana Yılı”, 2021’de “Yunus Emre Türkçe Yılı ilan etmiştir.) Böylece insanlık, ancak sevginin barışı getirebileceğini tespit etti.

            Tarihte iki kez dünya devleti kurmuş olan Türk Milleti, hükmettiği ülkelerde gerçek insan haklarını bütün dünyaya göstermişti. Ortaçağ’da Büyük Selçuklu Devleti, Yeniçağ’da Osmanlı Devleti o devirlerde dünyanın süper güçleri idiler. Ünlü İngiliz tarih profesörü Arnold Toynbee’ye göre, 400 yıl dünyada tek güç olan Osmanlı Devleti, “Şark Meselesi” çerçevesinde, içeriden ve dışarıdan yürütülen siyasi, iktisadi, askerî ve kültürel saldırılara maruz kaldı. Ve en son girdiği I. Dünya Savaşı bataklığından çıkamadı. Savaşın sonunda imzalanan  Mondros Mütarekesi”, Osmanlı Devleti’nin ölüm fermanı, Sevr” ise millet ve devletin ölüm kararının infazı demekti. İşte o zor günlerde Türk Milleti liderini bulmuş ve Misak-ı Milli sınırları içinden seçilip gelebilen iman abidesi temsilcileriyle Ankara’da “Meclisini açarak mücadeleye girişmişti. Bu büyük lider Mustafa Kemal”, onu reis seçen meclis, Türkiye Büyük Millet Meclisi”, ve yürütülen bağımsızlık mücadelesi de Milli Mücadeledir.

YAZI ARASI REKLAM ALANI

Atatürk’ün: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran halka Türk Milleti denir” tanımında ifadesini bulan, içinde Türkü, Kürdü, Çerkezi, Lazı, Arabı v.d.  bulunan,  ancak ortak bir kültürü ve inancı yaşayan, 1000 senedir beraber ağlayıp beraber gülmüş, aynı devletlerin çatısı altında yaşamış, aynı mabede giden, aynı mezarlığa gömülen, yüzlerce yıldan beri kız alıp vermiş,  aynı ay-yıldızlı bayrak, aynı vatan ve devlet için, aynı siperde koyun koyuna şehit düşmüş bu milletin evlatları, o bataklıktan yeni bir devlet çıkardılar. Onların,  paraları, orduları, silahları yoktu. Ancak, kurtulacaklarına olan sarsılmaz bir imanları ve bedel olarak verecekleri sadece kanları, canları vardı. Bunu ödediler ve dünyanın en büyük güçlerinin desteklediği kuvvetleri yendiler. Doğuda Ermeniler, Güneydoğuda Fransızlar ve Batıda Yunanlılar mağlup edildiler. Nihayet bir devlet kurdular ve bizlere hediye ettiler. Bu devlet:  Türkiye Cumhuriyetidir.

2023’te 100. kuruluş yıldönümünü kutlayacağımız ve vatandaşı olduğumuz bu devlet de, bugün dünyanın en önemli jeopolitik ve jeostratejik bölgesinde, dünyanın 19. büyük ekonomisine sahip, 85 milyon nüfusuyla, yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle, iklimiyle, yetişmiş genç nüfus potansiyeliyle ve İslam dünyasındaki tek demokratik rejime sahip ülke olmasıyla göze batmaktadır. Herkesin her gün, medyadan izleyerek değerlendirebileceği gibi, özellikle batılı sahte dostlarımızın gözüne batmaktadır ve birçoğu “Bu Türkiye’nin küçülmesi lazım, başının beladan kurtulmaması lazım…” diye düşünmektedir. Bu kısa yazıda neyi anlatalım.  Basılan kâğıt avrodaki haritada Türkiye’nin yarısı yoktur. Hatta demir avrodaki haritada Türkiye hiç yoktur. Akıl ve vicdan sahibi aydınlarımıza bunlar bir mesaj vermiyor mu? Türkiye ikide bir ekonomik krizlere maruz bırakılıyor, 1984 öncesi 10 yıl bu devlet ve millet ASALA ermeni terörüyle uğraştı. O bitti, yerini PKK terörü aldı. Hatta Beka vadisindeki ilk PKK kampı da ASALA kampı idi. İkisi de ideolojik olarak Marksist idi. Ne gariptir ki ikisi de aynı zamanda etnik ırkçı idiler. Ne tesadüf değil mi? Amaç; Türkiye Cumhuriyeti” devlet ve milletiyle rahatsız edilmeli, ekonomik sıkıntılar yaşamalı, terör yoluyla insanlarına acılar çektirilmeli idi. Son 35-40 senedir bunu yaptılar ve yapıyorlar. Sürekli bir nefret ve sevgisizlik propaganda ediliyor. Çok şükür ki milletimizin sağduyusu top yekûn bir kardeş kavgasına meydan vermiyor. Vermeyecektir de!

            Devletimizin kurucusu Atatürk, Ben bu milletin çocuklarını savaş meydanlarında tanıdım.” “Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evladır! Binaenaleyh ya istiklal! Ya ölüm!” diyor. Ömrü savaş meydanlarında geçmiş Atatürk aslında savaştan nefret eden bir insandı. Bu konuda birkaç anekdot verelim:  1934 yılında bir alay karargâhının temel atma töreni sırasında, bir koyunun temel için açılan çukura doğru yere yatırılıp boğazlanmak üzere olduğunu gördüğü zaman, Türkiye’yi ziyaret eden İran Şahı ile aralarında şu konuşma geçmiştir:

Atatürk“Ben kana bakamam. Bir tavuğun dahi boğazlandığını görmeye tahammülüm yoktur.”

Şehinşah: “Ya bu kadar çok bulunduğunuz büyük ve kanlı muharebe meydanları?”

Atatürk“Ha, o başka meseledir; öyle yerlerde cesetlerin üzerinden atlayarak yürürüm. O bambaşka bir iştir.”

(Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s.43.)

Yine bir konuşmasında: Birçok zaferler kazandım. Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum.”  diyor( George Bennet, Yabancı Gözüyle Cumhuriyet Türkiyesi, s.33.)

Harpçi olamam. Çünkü harbin acıklı hâllerini herkesten iyi bilirim”

(Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri”, Ankara 1984, s.326.)

Atatürk, aynı konuda; Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milleti savaşa götürünce, vicdanımda acı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir ( ASD, c.II, s.124.) diyerek insan hayatının azizliğini ne güzel ifade etmiştir.

Yurtta sulh, cihanda sulh prensibini Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesine nakşeden Atatürk, insanlık idealine dikkate değer bir katkıda bulunmuştur. Ancak, Atatürk’ün bu barış tutkusu, hiçbir zaman her ne pahasına olursa olsun barış” anlamında alınmamalıdır. Çünkü o , militarist olmadığı gibi pasifist de değildi. Atatürk için önemli olan

insan haklarına yaraşan bir hayat sürdürmektir. Yine kime düşman olunması gerektiğini de şöyle anlatıyor: Biz kimsenin düşmanı değiliz! Yalnız, insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız!” Yani insanlıktan çıkmış, Kürt hakları diye, Kürt bebek katillerinin, Felluce’yi Kadir gecesinde bombalayıp 50 bin sivili katledenlerin, Filistin’de kundaktaki bebekleri kurşunlayanların düşmanı!

            Doğumunun 100. yılında bütün dünyada anılması için 27 Kasım 1978’de UNESCO Genel Konferansı’nın, bir çekimsere karşı, oy birliğiyle aldığı karar, Atatürk’ün artık insanlık tarihine mal olmuş kişiliğinden kaynaklanmıştır. UNESCO Genel Konferansı’nda konu görüşülürken İsveç delegesi: Dünyada birçok büyük adam var. Hepsini böyle anacak mıyız?” şeklinde konuşmuş, bunun üzerine Sovyet delegesi elini masaya vurarak şu cevabı vermiştir: Genç delege arkadaşıma hatırlatırım ki, Atatürk herhangi büyük bir adam değildir. Atatürk, bu çağa damgasını vurmuş olan adamdır.”

Yine bu kararın bir yerinde:  “Olağanüstü bir inkılapçı olduğunu göz önünde tutarak özellikle, sömürgecilik ve emperyalizme karşı açılan savaşların ilk lideri olduğu inancı ile dünya ulusları arasında karşılıklı anlayışın, sürekli barışın öncülüğünü yapmış olduğunu, bütün hayatı boyunca, insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı göstermeyen bir uyum ve iş birliği çağının doğacağına inancını unutmadan, eylemi her zaman barış, uluslararası anlayış ve insan haklarına saygı yönünde gerçekleşen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk…” (C.Enginsoy, “Atatürk ve İnsan Sevgisi”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. II, Kasım 1985, sayı:4, s.86.)

            İşte insanlık âşığı Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti bugün, geçmişte olduğu gibi içerden ve dışardan tehdit altındadır. Bugün onun fikir ve düşüncelerine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bu gemi batmamalı ve de batmayacaktır! Burada İstiklal Marşı’mızın şairi Mehmet Akif’imize kulak verelim:

            Sahipsiz kalan vatanın batması haktır,

            Sen sahip olursan,  bu vatan batmayacaktır!”

           

             2 Mart 1922

Prof. Dr. Zeki ÇEVİK

Balıkesir Üniversitesi

Yazarın Diğer Yazıları
29.10.2021 06:18
22.11.2021 18:19
03.01.2022 15:30
24.04.2022 11:13
24.11.2021 13:46
REKLAM ALANI
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.